Dağıstanlı bir tüccar bağırıyor tezgahta Rahimlerden çırpınışını duyarak dünyanın
Kahpe yumurtaların düzenbazları bile anımsamıyor fidelenmiş yokoluşları Yokuşları sendeleyerek çıkıyor mevsimler
Temmuz aynaya baktığımda hep sıcak Tarumar ediyor yanmayı
Israrla soğuğu istiyor yüzüm
Kar yağsın da hep tren raylarının üstüne Ben irdeleyim lokomotiflerden çıkan dumanları Vagonlarda hep gitmeye biletleri bulup
Ucuza mâl olmuş bir yarayı hafifletmek için Göğsüme koyduğum mühürlerle
Baltayı taşa vurmuş bir ormancı gibi asılsız terimleri
Üretkenliği sadece yalanla becerebilen beceriksizlerede aldırmadan Kanmadan doğruya, doruğa ulaşmanın umudunu da kaldırıp ellerimle Daha gücü tatmadan hissetmeden yokluğunu benlik diyenlere de hayret ederek irkiliyorum
Hep sağa yanaş diyor sirenler bu bencil yollarda
Kafamdan balyozlarla alınan hayallerin acısını ve yüreğimde sendeleyen belirsizlikleri
Karanlığın en ücrasına iliklemekten aldığım hazzı
Anlamayacaklar elbet.
BfB
BfB
Her doğan kendi hikayesini kendisi yazar bu alemi cihan da Elinde olsun veya olmasın hikayeler bizsiz bitmez sebeplerle yada sebepsiz Aslolan budur Kendimizizdir aslında buhranına girdiğimiz yönlem ve enine boyuna dinlemekten geçer kendimizdeki boylamı bulmak Yaşadıklarımız bizlere Kocaman satırlar, Ağzına kadar dolu kül tablaları, Boş kahve bardakları bırakır bazen susmaya yeltendiğimizde konuşmanın çaresiz kaldığında anlatmaya kendimizi En samimi duygularımızla seviştiğiniz izmaritlerimizin soğuklugu , hiç değilse benim için olan bu.., inleyen her ne varsa bu sokaklarda Gündüzü aratır sevgi varsa kuluçkada Bana ise çoğunlukla geceyi özletir zulamda çelişkili satırlarla Ceplerimde kargaşanın zehri üstüme bulaşan zamanın acemiliğinde, Hele bir anlasa insanlık sabahın kör vaktinde mendil satmaya çalışan ufak çocukların tedirginliğini Belki biraz fayda eder sokaklardaki çiçekleri sulamamıza Ama bizler yumuşak yastıklarımıza kafamızı koyarken Uykusuzluk sancısıyla şiirler doğuran adamlar var bu dünya da , ya da kadınlar bilinmez ama Anlamanın cinsiyeti yoktur ve anlatmanın da Irk diyip ayrım yapanın insanlığı Ten rengine buğz edenin merhameti de Yoktur ya.. Neyse Ne ondanım ne bundan Hem ondanım hem bundan Demiş mavi gözlü bir adam Belki de şuan çınar köklerinde yaşayan… Eriştiğimiz sahte mutluluklar daha sonra Bizlere en kahpe sancıları yaşatsa bile Umut her zaman doğacak unutma! Doğan çocukların gözlerindeki ışık Umudun en hat safhasına çakaracak var olmayı İşte mükemmel bir çocuk ağlaması doğuyor kundakların içinden mutluluklara gebe Biziz aslında Kulaklarımıza fısıldandığında ismimiz İrkilerek buğdaylar gibi dünyaya atılan Varış her zaman kendimizedir hangi toprakta olsak da Ölmek için var olmuşuz bunu unutsak da Güneş ve cocuklar hep doğacaklar Kıyamet kopuncaya kadar.
Neşterli bir iç çekiş sancısı var oluyor Tanrılı sanrılar eşliğinde Ruhunun ölümsüzlüğüne Rüyalarca tırmanıyorum Kara bir kedi giriyor tam ortasındayken, Uykumun merdivenleri altına Buğulu bir yürek dağlıyor gözümü Yollar hep göğsüne damlıyor Mum ışığı gibi yanarken nefesin, Dudakların gaz lambalarından ilham alıyor Süvarilerin okları tam da saatini vuruyor Varoluşun ırklarca benimsenmiyor ama Beynimde katliyamlarca küfürler Mavzerlere sövüyor süvariler paslı at nalları altında Üstünde Çelimsiz komutanların narası Geri çekilmeye emrediyor hücrelerim bu savaştan Her ne olursa olsun diyor kanımda uyuyan Cesaret Korkma diyor süngüler Hüngür hüngür ağlıyor korkuluklar Demirden ağıtlarla. Kitap cümleleri çelse de ziyan aklımı, Her ön sözde kalemleri kırılıyor hatırımın Düşünülmeye değecek bir çelişki de değilsin oysa Üryan bir ayak sesi duyuyorum aklıma geldiğinde, Göğsüme serçeler konuyor Putları yıkarcasına. Ağzında ateş parçaları beslediğimiz kuşların Yılların alt edemediği sevgin Ne istiyor yüzyıllardır benden Zamanın yüzüne tüküren nasıl bir esaret Haybeye gidiyor sanki ektiğim tohumlar Kurak ve yağmura muhtaçlar Birden irkiliyor güneşin rengi sonra Yine yastığımda sen Aklımda uyanmış, Ve yine voltalara hazır bi günde Kaliteli bir yanlışa adanmış Büyük tecrübe bedellere dayanarak Haksız ve acımasız
Mermerden bilekler eriyorsa kuş tüyü namlularda Seni Özlemek getirir cinayetler bana Balıkçıların attıkları oltalar Nasip Görünürken oltalarda sallanırken süzgeçleri balıkların biraz merhametsiz geliyor bana, sen aldırma Özgür bırakılmış kölelerin ecirleri kadar Hür yaşlanıyor göz çehrelerin Hapishanemdeki avlularda Volta volta Suyu Kuyularda aramaktansa ırmaklara bırakmak sefer taslarını Yattığın rüyaya ayık kalmak beni Sarhoş ediyor ya. Cambazın yürüdüğü iplere un serdiğini, Tetiklerin sıcaklığında pişmiş ekmekler yediğimi, Düşünmek lal ediyor ya İçi ırkına söven Meclislerde taparcasına seven Gözlerini yumduğunda nasıl olur da Huzur hissediyor ya Dalsın kabuslara! Hayret etmeye zaman kalmadı da Kum saatleri çeviriyorum İçinde çöllerdeki karıncaları hapseden İnsafsızca Bütün aczım yeryüzü Göz verdi ya Ruha üfleyen , baktım da bir ben bir sen alt tarafı, İkiliği reddeden sevgimden gelen Her tarafı tevhit Umduğunu bulmaya değil Ummadığında yok olmaya yeltenen. Hayr'a şer gibi bakana Ne etsin ki gözeten? Aklının aldığına Almadığı kadar daha var demek Harcımı şerrin? Şefkate bulaşsın da ruhun Yumruğunda öfke sık sevgilerini vur sen şehvetlere! Utansınlar arsızlıklarından… İşte çırılçıplak karşımda duruyor Katıksız ve çelimsiz duygusuzluğun Hazırım hıncına , Kirletilmişse de gönlünde ufak bir mecrada Yer bulmaya Ufuktan güneşe doğru yol almaya Teknolojiyi reddedip sana güller yollamaya tabakamda Elbet Şeytan da irkilecek bir gün Aşkın karşısında! Desturrr! Der mi ? bilmiyorum ama , Yeterince lanet etti insanlara.